Zafer Sırmaçekici




Ona sihirbaz dememizde bir sakınca yok: 

Burak Zafer Sırmaçekici

 Ona sihirbaz demek hiç de yanlış olmayacak çünkü o, birbirinden enteresan malzemeleri bir araya getirerek olağanüstü lezzetler çıkarıyor ortaya. Yaptığı tatlılar, 'Abi çıkışta olay var, gelir misin?' dese iki eliniz kanda olsa koşa koşa gidersiniz, o derece. Ne de olsa, o 'domates görünce heyecanlanan' ve mutfaktaki heyecanını yemeklerine, dolayısıyla müşterilerine geçirebilen bir şef.

 “Benimkisi tamamen obezlikten oldu”

 -Sizin hikayenizle başlayalım. Kurumsal hayattan sıkılıp şef olma hayalini gerçekleştiren nadir şanslı insanlardansınız. Nasıl oldu bu? 

 Benimkisi tamamen obezlikten oldu. Ben yemek yemeyi seviyordum. Reklamcıyken de yemek yemeyi seviyordum, yayınevinde çalışırken de yemek yemeyi seviyordum... İki tane aşkım var benim hayatta, ailemi saymazsam, biri Beşiktaş diğeri yemek... Doğduğumdan beri benimle beraberler. Domates görünce heyecanlanan, “Oha ne güzel domatesmiş bu” diyen biriyim... Pazar severim, market severim. Zaten okuduğum, araştırdığım bir şeydi. Çok bunaldım bir gün ve yeter artık ben bir aşçılık okuluna gideyim dedim. O beni kesmedi ve yurt dışına staja gittim. Bunun için CV göndermek yerine mektup yazdım. Çünkü kazık kadar adamdım ve yemeğe dair hiçbir şey yoktu elimde göbeğimden başka... İki restoran kabul etti, Amerika’daki 1 Michelin yıldızlı Annisa isimli restoranda staj yaptım.

 “Daha iyisini yap da getir o zaman”

 -Sonra? 

 Türkiye’ye geldim. Bir arkadaşımla şarküteri kafe açtık, dokuz ay işlettik. Sonra da işte burası... Herkesin hayalidir kendi restoranını açmak. Aşçıysanız ulaşabileceğiniz son nokta. Ortağım Tülin’le (Bozüyük) beraber yaptık bu işi, şarap sektöründe o da.

 -Memnun musunuz ilgiden? 

 Çok. Eski reklamcı olmama rağmen hiç reklam yapmadık biz. Ne Blogger çağırdık ne gazetecilere bizi yazın diye rica ettik. Çok doğal bir şekilde kendi kendine gelişti. Çok kısa zamanda bir anda parlayıverdik. İnsanlar birbirine anlatmaya başladı ki bence reklamın en başarılı yolu o, kulaktan kulağa...

 -Anlıyorum, yemek yemeyi seviyorsunuz. Ben de kendimi yemek yemeyi seven bir insan olarak tanımlarım ama işi gücü bırakayım, eğitimini alayım, mekan açayım... Bunlar çok büyük şeyler. Onu dedirten ne oldu size? 

 Ben ajansta stajyerken büyük bir kampanya aldık. Kutlamak için 45 dakika boyunca dil dökerek bir pastaneyi ajansa cheesecake getirmeye ikna ettik. Bir çatal aldım, “bu ne lan!” dedim. “Bunun için mi 45 dakikadır dil döküyoruz.” Direktörlerden biri “Daha iyisini yap da getir o zaman” dedi. Ben de ertesi gün yaptım götürdüm. “Daha iyiymiş hakikaten” dedi. Bu beni motive etti. Sonra devam ettim doğum günlerinde falan yapmaya. Burada şöyle bir sıkıntı var, arkadaşa yaptığınızda genelde beğeniyorlar. Çünkü para vermiyorlar karşılığında. Ama para veren adama bir şey beğendirmek çok zor. O yüzden pek ikna olmadım ben bu duruma. Sonra kursa gittim ama o da para karşılığı öğrencilik yaptığın bir yer... Amerika’daki stajımın sonunda şefim “Buraya gelen en iyi stajyerdin” deyince tatmin oldum. Ben yemek yapıyorum, gelin bunu satın alın demek çok ciddi bir iş. Adam der ki “Bu ne lan?” Türkiye’de birkaç konu var ki herkes çok iyi bilir: Futbol, siyaset, yemek... Herkesin bir fikri var bu konuda ama haklılar.

 -Siz haklı buluyorsunuz yani bu ahkam kesme durumunu...

 Ahkam kesmekte şöyle bir sıkıntı var. Tek geçerli dayanağınız annenizse o bana sökmüyor. Onun yanına birkaç şey eklemeniz lazım. Gidip bir yerde bir şeyler yemeniz lazım. Şimdi bir sürü yemek blogger’ı var, gidip sağda solda yemek yiyip yazıyorlar. Ama adam mesela hayatı boyunca para verip bir rizotto yememiş, İtalya’ya yemeyi de geçtim. Bedavaya yemek yediğin ya da üzerine para aldığın bir rizotto tabii ki çok güzel olacak.

 “Evinde hissetme, hizmet almaya geldin”

 -Gelen eleştiriye göre küçük ayarlamalar yaptığınız oldu mu? 

 Şimdiye kadar öyle bir müşteri gelmedi. Yani tesadüf olmadı, şımarıklıktan değil de... Daha ziyade bizde şöyle şeyler oluyor; “Neden kola satmıyorsunuz?” Yani satmıyoruz, kıymalı pide satmamak gibi bir şey bizim için.

 -Kola içebileceği binlerce yer var.

 Evet. “Müşteri her zaman haklıdır” diye bir şey yok. “O kadar güzel bir yer ki kendimizi evimizde hissediyoruz”... Bu da yalanlardan biri, evinde hissetiğin yerde 200 lira yemek parası vermezsin.Evinde hissetme, hizmet almaya geliyorsun.

Ortağınız Tülin Bozüyük içkilerden mi sorumlu? 

 Tabii ki bütün şarap menüsü ondan soruluyor, garsonları eğitiyor ama aynı zamanda seramik de yapıyor. Kullandığımız tabakları ve fincanları yapıyor. Dekorasyonla ilgileniyor. Şarapların çoğu yerli butik şaraplar.

 -Makul mu şarapların fiyatı? 

 Çok makul. Çünkü Tülin de şarap sektöründen ve bir şarabın maksimum ne kadar edeceğini biliyor. Şişesi 80 liradan başlıyor. Yani tüm menüyü yesem ne öderim diye baktım, 350 lira ödüyorum.

 “Instagram’da seksi bir dil kullanıyorum” 

 -Instagram’da paylaştığınız fotoğraflara ve altına yazdığınız yorumlara da bayıldım....

 Gerçekten hisssettiklerimi yazıyorum. Eğlenceli kelimelerle anlatıyorum. Çünkü çileği gördüğüm ya da domatesi kestiğim zaman karşılaştığım görüntü beni çok heyecanlandırıyor. Bunu söylüyorum onlara. Sohbet ediyoruz. İletişime geçiyorlar benimle, altına mesaj yazıyorlar. Biraz seksi bir dil kullanıyorum, kabul ama o seksi dile cevap veren profil çok ilginç. Beklenmeyecek insanlar hoş cevaplar veriyorlar, dahil oluyorlar. O iletişim biçimini çok seviyorum.

 “Mümkün olsa hamurdan dört çocuk yapardım”

 -Nar ekşisi, balzamik sirke ve şimdilik peynirler dışında her şeyi kendimiz yapıyoruz... Peynirle ilgili de denemeler yapıyoruz. Ekmek, makarna, dondurma, tereyağını kendimiz yapıyoruz. Yoksa benim büfeden farkım kalmaz. -Burada yemek yiyen bir insan zaten mutlu ayrılır. Ama bazı insanlar mutsuz olmak için geliyorlar. Gelip rizotto için “Bu pilav olmamış” diyenler de var. Limonlu rizottomuz vardı bizim mesela. Biri “Ekşi olmuş bu” dedi. Ben de “Doğru yapmışım o zaman” dedim. Böyle bir eleştiri olmaz... Ama genel olarak açtığımız günden beri herhalde 3 bin kişi gelmiştir, bunların içinde mutsuz ayrılan 10 kişi falan vardır. -Çoluk çocuğa karışmak isterdim tabii.. Çocuğu omzuma asar yemek yaparım. Doğurabilsem doğururdum. Hamurdan yapılsa yapacağım yani, reçetesi olsa dört tane falan yaparım.
Zafer Sırmaçekici Zafer Sırmaçekici Reviewed by gastronotunmutfagi on Mayıs 02, 2017 Rating: 5

Hiç yorum yok